Erdinç Gönenç

Yüz Para…

Her ülkenin bir para birimi vardır; dolar gibi sterlin gibi, mark gibi… Bu temel para birimi yanında, bir de bozuk para birimi bulunur; sent gibi, peni gibi, fenik gibi…

Bizim de var, bozuk para birimimiz. Bilmem adını anımsayabilecek misiniz? Kuruş…

Benim oğlum “kuruş” nedir bilmiyor, hiç görmedi.

Çocukluğumda, “kuruş”tan başka bir de “para” vardı. O zamanlar Türkiye; İngiliz’lerin eski para sistemine benzeyen, üçlü bir para sistemi kullanırdı: İngiliz’lerin, peni, şilin ve sterlin’i yerine, para, kuruş ve lira..

Kırk para bir kuruş, yüz kuruş ise bir lira ederdi. “Para” nasıl birşeydi, anımsamıyorum. Belki de dolaşımdan kaldırılmıştı.

Ama, bir çocuğun bir çok şey satın almasına yetecek kadar değerli, ortası delik, metaldan yapılmış, iki buçuk kuruşları çok iyi anımsıyorum.

İki buçuk kuruş değil de yüz para denilirdi.

Yüz para ile ilgili hiç unutamadığım bir anım var. Alsancak’ta, Bornova Caddesi’ne paralel bir ara sokakta yürürken, birden gözüme, yerde parlayan bir yüz para ilişmişti. Almak üzere eğildiğimde, biraz ötede bir başkası, tozları eşeledikçe bir tane daha bir tane daha..

Yedi-sekiz tane, yüz para bulmuştum o gün.

O kadar çok metal parayı, kim ve de hiç farkında olmadan nasıl düşmüştü, bugün bile şaşarım…

Uzunca bir süre, sokakta yürürken gözlerimi yerden ayıramaz olmuştum: Belki para bulurum umuduyla..

“Yüz paralı” günlerde, bir de “yüz binlikler” diye anılan, bir aile vardı Alsancak’ta.

“Tayyare Piyango’sundan büyük ikramiye vurmuş: Yüz bin lira…

Kordon’ da, sakız biçimi bir ev almışlar.

Ben Alsancak’m en zengini diye onları bilirdim.

Yüz bin lira!

“Hepsini -yüz paralık- yaptırsalar, ne kadar büyük bir yığın olur” diye düşünürdüm. “Say say bitmez.”

Şimdilerde ise; yüz bin lira, bir fileyi zor dolduruyor.

Çoğu kişi, yerde gördüğü yüz lirayı, eğilip almak zahmetine bile, değer bulmuyor artık.

Acaba bir çocuk, yerde kaç lira bulmalı ki; benim yüz para bulduğumda, sevindiğim kadar sevinsin.

Devir; artık trilyon devri, trilyoner devri..

Kordon’daki butikler; ayıp olmasın diye, etiketlerindeki üç sıfırı atmışlar bile; iki yüz elli yazıyor, üç yüz yirmi beş yazıyor, örneğin.

İyi de ediyorlar. Rahmetli annem, rakamlara bin kelimesini eklemeye, alışamamıştı bir türlü: “Üç bin lira yerine, üç lira” derdi.

Bu ay telefon faturası, yüklü geldi. Yüz yirmi bin lira. Politika hızlandı ya…

Telefon faturasını ödemek için; tam dört milyon sekiz yüz bin adet, yüz para gerek bana..

Cumhuriyet, 28 Nisan 1991;
Gazete Ege, 14 Temmuz 1997

Originally posted 2015-11-02 10:54:58.

Exit mobile version