Skip to main content

Ev Kadınları

Minibüslerin, kent merkezinden uzaklaştırılması, kuşkusuz iyi oldu. Daha geçenlerde, üç dakikalık Altınyol’u, yarım saatte zor geçebildim. Nedeni bir minibüsün yaptığı trafik kazası…

Yine de minibüslerin kalkmasından hoşnut olmayan bir kesim var: Ev kadınları. Orta yaşlı çalışmayan kadınlar, bebekli genç anneler, yürüme güçlüğü çeken yaşlı teyzeler-nineler. Onlar eskiden, Kemeraltı çarşısına, minibüste oturarak giderdi. Şimdilerde evden pek çıkmıyorlar. Kuşkum yok, Kemeraltı esnafının müşteri sayısı epey azalmıştır.

Güzelyalı (nedense Göztepe deniyor) vapuru, onların bir sorununa, bir ölçüde olsa, çözüm getirir diye düşünmüştüm. Ama vapur saatleri açıklanınca gördüm ki sadece çalışanlar düşünülmüş.

Ben her zaman, deniz ulaşımının geliştirilmesinden yana oldum. Bu yüzden Güzelyalı iskelesini ve üst geçidini, estetik tartışmasına bile girmeden destekliyorum. En azından Bayraklı’ya bir tane gerekir. Ancak sabahları Güzelyalı’dan Pasaport ve Karşıyaka’ya iki, akşam üstü Karşıyaka’dan aksi yönde bir seferin, trafiği nasıl rahatlatacağını da anlayabilmiş değilim. Üstelik küçücük vapurlarla…

Belki ilk günlerde o küçük vapurlar bile dolmayacak. Çünkü İzmirli denize, gerçekten küs ve barıştırmak da kolay değil. Bir süre zarar etmeyi göze almak gerek. Ben olsam, ilk bir hafta bu yeni hatta, ücretsiz yolcu taşır ve daha çok sefer koyardım.

Benden söylemesi; ev kadınları özellikle de Güzelyalı tarafından oturanlar, kendileri için de vapur istiyorlar. Şöyle bir tane, 10.00-11.00, bir tane de 13.00-14.00 saatleri gibi. Kuşkusuz en az bir tane de dönüş için aksi yönde, saat 16.00 gibi…

Ev kadını vapurlarının, trafik sorunu çözümü ile pek ilgisi yok ama, esnafa katkısı çok olur.

Ev kadınlarımızı önemsemek gerek. Tüketicinin Korunması Hakkında Yasa, bunu yapıyor. “Kapıdan satışlar” ile ilgili hükümler, özellikle ev kadınlarımızı korumak içindir. Bilirsiniz, kapıdan satış yapanlar, evdeki çalışanlar ve okuldakiler ayrıldıktan sonra ortaya çıkar. Hedef kitle, evdeki kadınlardır. O kadınlarımız, bir de ayakta yolculuk yapamadıkları için alışverişe çıkamıyorlarsa daha kolay bir av olurlar kapıdan satıcılar için. İşte bu yüzden yasa, kapıdan satıcılara, izin belgesi alma zorunluluğu getiriyor ve daha önemlisi satılan malın iadesi için “ayıplı olma” şartı aramıyor, diğer satışlardan farklı olarak. Amaç, akşam eve dönen kocanın hışmından, ev kadınlarını korumak.

Gelin Güzelyalı, Konak, Karşıyaka üçgenine, körfezin her iki yakasındaki ev kadınları için vapur koyalım. Hem alışverişe hem de birbirlerini ziyarete, oturarak gidebilsinler.

Ben de arada bir cumartesi veya pazar, çayımı yudumlayarak, Karşıyaka’ya giderim mutlaka…

Gazete Ege, 27 Ekim 1997

Originally posted 2015-11-02 10:54:55.

Tüketiciyi Korumak

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, son yılların en önemli yasası bence.

Önemi herşeyden önce, kapsamından kaynaklanıyor. SSK’lıları, tarım üreticilerini veya kamu çalışanlarını ilgilendirmiyor sadece. Tüketicileri ilgilendiriyor, tüm insanları yani…

Üreticiler ve satıcılar da tüketici. Halkı onlara karşı korurken, onları da başka üretici – satıcılara karşı koruyor yasamız.

Yasalar, genellikle, hak ve özgürlükleri sınırlamak içindir. Bu yasa ise; hakları geliştirmek ve korumak amacıyla çıkarılmıştır. Önemli bir özellik değil mi?

Gümrük Birliği’ne girebilmemizin, önemli koşullarından biri bu yasa. Kimilerine göre, Gümrük Birliği’nin bir dayatması. Tarih boyunca bize dayatılanları düşündükçe, keşke tüm dayatmalar böyle olsaymış diyesi geliyor insanın. Çünkü; Avrupa standartlarına ulaşmamızı dayatıyor bize. Atatürk’ün hedef gösterdiği “muasır medeniyet”, Avrupa uygarlığından başka ne olabilir ki?

Avrupa standartları, tüm insanlığın kabul ettiği, en gelişmiş standartlardır. O halde yasamız, çağdaş ve ilerici bir yasa…

Uygulamaya çalıştığımız ekonomik sisteme, liberal ekonomi adını veriyoruz. Liberal ekonomi ile vahşi kapitalizm arasında, kıl payı fark olduğunu gözden kaçırmayız umarım.

Liberal ekonomiyi, vahşi kapitalizme karşı korumak; doğayı korumak, rekabeti korumak ve de tüketiciyi korumak demektir öncelikle.

Demokrasi, liberal ekonominin siyasal rejimidir, vahşi kapitalizminki ise, faşizm. Tüketici haklarını savunmak, faşizme karşı demokrasiyi savunmaktır bir anlamda. Tüketici hakkı, insan hakkı değil mi zaten?

Halkımızın örgütlenmesinden de korkmuyor bu yasa, üstelik katılımcı. Hak ve görev vererek, tüketici örgütlenmesini özendiriyor. Tüketici örgütleri, hakem heyetlerinde temsil ediliyorlar, tüketici mahkemelerinde dava açma hakları var, tüketici konseyinde de varlar.

Kamu görevlilerinin, geleneksel demeç verme yasağını bile bu yasa deldi, ilk kez. Yasayı halka anlatabilmek için, konuşmamız emrediliyor. Susturulmamız yanlıştı, konuşmamız doğru. “Ey tüketiciler, tüpgaz hortumlarınızın boyu iki metreden fazla olmasın” dememizin, yasaklanmasındaki mantık ne?

Bu yasa, tüm insanlarımızın malı.

Bu yasa, sadece tüketiciyi değil, üreticimizi de çağa ulaştırmayı amaçlıyor.

Bu yasa, demokratik ve katılımcı.

Süreç içinde düzelecek yanlışları, giderilecek eksikleri var elbette…

Yeter ki halkımız sahiplensin.

Çünkü gerçek güç yasalarda değil, tüketici bilincinin gelişmesinde…

Gazete Ege, 9 Eylül 1996

Originally posted 2015-11-02 10:54:57.

Mal Beyanım

Memuriyette otuzbeş, Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü görevinde ise beş yılım doldu. Ve ben artık, bu süre içinde, maaşımı ödemiş olan yoksul halkıma da mal beyanında bulunmam gerektiğini düşünüyorum:

Bizim, sadece bir evimiz var. Eşimin adına kayıtlı, kalorifersiz-klimasız, üç oda bir salon, giriş katı bir daire. Sahi bir de kayınpederimin eşime çıplak mülkiyetini devrettiği, iki oda, bir salon, büyük onarım gerektiren boş bir daire var. Şimdilik geliri yok ama vergilerini ödüyoruz.

Bizim otomobilimiz yoktur. Yazlık evimiz ve mevduat hesabımız veya repoda paramız da yoktur. Pardesü, İzmir’de yetiyor ama kışın Ankara’ya gidersem, ne yaparım bilmem. Yıllardır, bir lokantada yemek yemedik (protokol yemekleri hariç) yazlık kamplara da gidemedik.

Çünkü; memur maaşı ile, ancak böyle yaşanabiliyor.

Şimdiki evimi, Ankara’dakini satarak aldık. Ankara’dakini de Maliye’ye ve Emlak Kredi Bankası’na borçluyuz. 1972 yılında, Maliye Bakanlığı beni, bir yıllığına, geçici görevle Londra’ya göndermişti. Dönüşte, bir otomobil getirebildim. Portakal rengi, 1303 model bir Volkswagen araba. O modeli ilk ben getirmişim galiba. Satınca evin yarısını karşıladı. Diğer yarısıda bankadan. Yıllarca taksit ödemiştim. Bir memur başka türlü nasıl ev edinebilir ki?

Oysa ki ben, masa görevi yapan yaşıtlarıma göre, iki mislinden fazla maaş alarak başlamıştım memuriyete. Hazine ve Kambiyo Kontrolörleri de diğer denetim görevlileri gibi epey yüksek maaş alırdı.

Gerçi, aileme yardım etmek zorundaydım ama bu sadece benim değil, pek çok arkadaşımın da sorunuydu.

Sonraki yıllarda da zaman zaman işsiz kalmış olsam da hep yüksek maaşlı sayılabilecek üst görevlerde bulundum:

Maliye’de, Yabancı Sermaye Şube Müdürlüğü ve Bakanlık Kambiyo Müdürlüğü yaptıktan sonra, Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı oldum. Sonra Ankara Belediyesi Özlük İşleri Müdürü, Merkez Bankası Ekonomik Araştırma Uzmanı ve nihayet Tariş Genel Müdürü.

Bütün bu süre içinde hiç araba alamadım da, Tariş’ten sonra, zorunlu olarak göbek mantarı, badem ticareti yaptığımda, önce eski model bir Anadol, sonra onu satıp 1977 model bir Murat arabam oldu. Murat, 7 yıl önce satılıp, oğluma bilgisayar alındı… Çok da iyi yapıldı. Oğlum, bilgisayar konusunda aşama yaparken, ben de ikide bir yolda kalmaktan, trafik muayenelerinden ve vergiden kurtuldum.

Anadol’um da çok matraktı: Her şiddetli yağmurda iki kapısına da su dolar açıp-kapadıkça, lakur lukur su sesi gelirdi…

Memurların, çok büyük bölümü benim gibi. Bir çoğu, karı-koca çalışıyor. Kreş çok para yese de kadının parasının, bütçeye katkısı oluyor. Kimi memur, mesai dışında, simit satıyor, taksicilik veya pazarcılık yapıyor. Bunlar da suç. Görmezden gelinmesi gereken, çünkü çaresizlikten kaynaklanan suçlar…

Devlet memurlarının çoğu dürüst olmasaydı, Devlet’imizin, en yoğun siyasal bunalımlarda bile, ayakta kalabilmesini nasıl açıklardık…

Halkımızın çoğu yoksul, memur sayısı, gerekenin çok üstünde. Dışarıda, bu maaşların çok azına bile çalışmaya hazır bir işsizler ordusu var. Bütçe delikleri yama tutmuyor. O zaman da maaşlar, insanca yaşamaya yetmiyor.

Zaten amaç, insanca yaşamaya yetecek kadar maaş. Maaşın en yükseği ile bile köşe dönülebilemez.

“Ben döndüm” diyenler, külahıma anlatsın…

Gazete Ege, 1 Eylül 1997

Originally posted 2015-11-02 10:54:55.