Skip to main content

Memuru Ezmek

İster genel müdür, ister belediye başkanı, isterse bakan olsun, kimi yöneticiler, zayıf kadrolarla çalışmayı yeğler. Fırçaları da hiç eksik olmaz. Onlar için, “tek adam” olmak önemlidir ve yönetimi de budur. Böyle yönetilip de başarılı olan kuruma hiç rastlamadım.

Memur fırçalamada, kimi milletvekilleri, amirlerden geri kalmazlar. Hatta onlar, amir fırçalamayı daha çok sever.

Memur olmak, özellikle de üst düzey memur olmak, hiç de kolay değildir oysa. İyi bir eğitim ister, bilgi ve deneyim birikimi ve emek ister. Milletvekili seçilebilmek, belki de daha zordur, ben beceremedim örneğin. Ama milletvekili olmak fazla bir eğitim ve bilgi birikimi de gerektirmez. Bu, demokrasinin gereğidir ve doğrudur. Demokrasilerde, halkın her kesimi, parlamentoda temsil edilebilmeli, seçilebilmeli de bu seçilmişlere belki de kendilerinden üstün niteliklere sahip atanmışları, ezme hakkı vermemeli…

Ben, yöneticilik yaptığım dönemlerde, hep, benden daha bilgili ve eğer gerekiyorsa benden daha yürekli insanlarla çalışmak istedim. Onları ezmek bir yana, kişiliklerini daha da geliştirme çabası içinde oldum. Ben, çayımı getiren odacıya, her zaman teşekkür ederim. Çünkü aramızdaki tek fark, benim ondan, daha şanslı olmamdan ibarettir.

Memuriyet yaşamımda ben de (çok az oldu ama) milletvekili fırçasıyla karşılaştım. Kiminde partizanca bir talep kiminde salt kişisel tatmin için. Oysa ben, milletimizin vekillerine saygıda, hiç kusur etmem. Bana “ağabey” demek büyüklüğünü gösterenlere bile ben hep, “sayın milletvekilim” diye hitap ederim. Fırça atmak, devlet yönetiminin bir yöntemi olmamalı.

Devlet hizmetleri, onurlu, ezilip horlanmamış, özgüvenini ve kendisine saygısını yitirmemiş memurlar eliyle yürütüldüğünde, halka yararlı olur ancak. Onurlu memur, rüşvet almaz, pahalı armağan bile kabul etmez. Az bile olsa maaşı için onu kendisine ödeyen dar gelirli halkına şükran duyar.

Gururu kırılmış, kendisine saygısını yitirmiş memurdan ise, herşey beklenir. Rüşvet alır, pahalı armağanlara bayılır. Daha da önemlisi, o da kendisinin altındakileri ezer, işi olan vatandaşı horlar ve bürokrasiyi içinden çıkılmaz, hale getirir.

Birçoğumuz kimi hastane kapıcılarının ziyaretçileri, iki dakika önce içeri sokmamaktan nasıl sadistçe zevk aldığını görmüşüzdür. Benim memuriyete başladığım bindokuzyüz altmışlı yıllarda Sakıp Sabancı, işi ile ilgili evrakı evrak servisinde bile bizzat kendisi izlerdi. Bilirdi ki orada kaybedilecek bir yazı için Bakan’ın bile yapacak fazla birşeyi yoktur. Galiba da o sayede bugünkü Sakıp Sabancı oldu… Bindokuzyüz elli öncesi, bürokrasi halkı epey ezmiş. Sonrasında ise ocak-bucak başkanları, kaymakam sürdürerek öcünü aldı. İkisi de yanlış. Ne yazık ki devlet tarihimiz aynı zamanda, ezilen, horlanan ve oradan oraya sürülen devlet memurlarının da tarihidir….

Gazete Ege, 17 Eylül 1997

Originally posted 2015-11-02 10:53:53.

Yaşadığımız Çağ, Teknolojik Devrim Çağı

Bizden önceki hiçbir nesil, böylesine bir teknolojik değişim yaşamadı. Benim çocukluğumda, yaşadığımız evde, hem de İzmir’in göbeğinde, Alsancak’ta elektrik yoktu. Gaz lambası ile aydınlanır, mangalla ısınırdık. Pek çok evde soba bile yoktu.

Şimdi, oğlumun PC’si var. TV’nin uzaktan kumandasının işlevini ondan öğreniyoruz. Tüm tuşların işlevini öğrenebilmiş değiliz elbette. Oğlum da kömür mangalı yakamıyor…

Teknolojik gelişmenin, en hızlı yaşandığı alanlardan biri, inşaat sektörü. Eskiden dört-beş yılda bitirilen inşaatların tamamlanması, bir yıl bile sürmüyor. Müteahit batmazsa veya hırsız değilse tabii.

Çıkrıkların ucuna bağlanmış gaz tenekeleri ile üçüncü kata beton çekmeye uğraşan “amele”lere pek rastlanmıyor. Transmixer geldimiydi, beton pompası sekizinci, onuncu kata, ulaştırıveriyor hazır betonu. Beton hortumları, ne kadar yükseğe ulaşabilir bilmiyorum ama İzmir Hilton’a bakınca, “çok yükseğe” diye düşünüyorum.

Şehirlerarası yollarda, transmixerler beni korkutuyor doğrusu. Ama deprem olduğunda da hemen sütun altına sığınıyorum. Bizim bina sahilde. Deniz dolgusu sanırım. Ama biliyorum ki sütunlar, kazık yöntemi ve hazır beton sayesinde çok derinlere çakılmıştır.

Yurdumuz, otoyollarla, gökdelenlerle kaplanıyor. Bunda teknolojik gelişmenin yarattığı, beton santrallerinin, transmixerlerin, beton pompalarının ve hortumlarının payı büyük. Gerçi; İzmir-Çeşme arasında, otoyol mu gerekirdi yoksa, mevcut yolu gidiş-geliş, ikişer şeritli yapmak yeter miydi, tartışılır. Özellikle de İzmir-İstanbul ve İzmir-Ankara yolları, birer sırat köprüsü gibi dururken. Bir de acaba Avrupa, Amerika otoyollarında bu kadar çok viraj var mıdır diye düşünüyor insan… Yine de yurdumuzun otoyollarla, gökdelenlerle donanması güzel. Teknolojik gelişme sayesinde, hazır beton sayesinde. Bir de hazır beton, kötüye kullanılmasa. Evet, nasıl ki emniyeti suistimal varsa, rekabetin korunması açısından, hakim durumun kötüye kullanılması varsa, hazır betonun kötüye kullanılması da var: Betonlaşma…

Benim çocukluğumda; Alsancak Kordonu, Karşıyaka Yalısı, Güzelyalı hep en çok iki üç katlı evlerle, köşklerle kaplıydı.

Alsancak’ta genellikle bitişik nizamdılar ama, Karşıyaka’da, Göztepe ve Güzelyalı’da bahçeler içindeydiler. Taştan yapılmaydılar ve yüzlerce depremi ayakta atlatmışlardı. Sıcak yaz gecelerinde, imbat estimiydi, sokak aralarına kadar uzanırdı. Şimdilerde, İzmir Körfezi, boydan boya bir Çin Seddi ile çevrili ve imbat yine esiyor ama, sokak aralarına ulaşıp, çocukların saçlarını okşayamıyor.

Benim çocukluğum, erik ağaçları üzerinde geçti. Yaz günlerim, güzelim Körfez’de yüzerek.

Şimdi ne Körfez var ne de erik ağaçları…

Benim oğlum, bilgisayar kullanıyor ama hiç erik ağacına tırmanamadı…

Gazete Ege, 13 Nisan 1997

Originally posted 2015-11-02 10:53:54.

Hırsız Var!

Yazlık evi olup da en az bir kere soyulmayan yok gibi. Arabası çalınan da çok. Benim evim yazlık değil, ona da hırsız girdi. Gasp suçları arttı, otopark mafyaları türedi. Nedeni işsizlik… Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan kaçanların neredeyse tamamı işsiz. 1980’li yıllardan itibaren moda olan ekonomi politikaları istihdam sorununa hiç aldırmıyor.

Oysa, nüfus hızla artarken, teknolojik gelişme, üretimdeki emek gereksinimini giderek azaltıyor. Neredeyse, antagonist bir çelişki söz konusu yani. Serbest piyasa mekanizmaları ile kendiliğinden çözüm mümkün değil. Özel sektörün işi de değil zaten. devletin bilinçli müdahalesi gerekli.

Özelleştirme yapılsın amenna. Devlet ekonomiden çekilsin, bankacılık da yapmasın, doğrudur. Peki, ya özel sektörün boş bıraktığı yerleri kim dolduracak? Ülkemizin İç Anadolu’da olsun, Doğu’da olsun geri kalmış yörelerini kalkındıracak yatımları kim yapacak? Nüfus artışı ile teknolojik gelişme arasındaki çelişkiyi kim çözecek? Devlet elbet, başka yapacak yok…

Demek devlet, tümüyle ekonomi dışına atılamıyor.

Bölgesel dengesizlikleri giderecek bir kalkınma için istihdam düzeyini yükseltip, işsizliği en aza indirmek için devletin bilinçli, planlı girişimciliğinden vazgeçemeyiz. Böylesine sınırlı bir devlet müdahalesinin serbest piyasa ekonomisi ile çelişen bir yanı da yoktur.

Çağımız bilgi çağı, teknoloji çağı. Gelişim hızı müthiş. Teknolojik gelişmenin motoru olan bilgisayarlar, 1 yıl bile geçmeden demode oluyor. Böyle bir dünyada teknolojiyi devamlı yenilemek, en yenilerini almak zorunlu. Özellikle de son amacı kârlılık olan özel sektör için.

Ama eğer işsizlik de bizim için bir sorunsa, önemli bir sorunsa hem de istihdam yaratıcı emek yoğun teknoloji kullanımı da gerekli kimi yatırımlarda.

Ben olsam tarım satış kooperatiflerinin tarıma dayalı sanayilerini geliştirirdim, kapatmak yerine.

Yine ben olsam, ülke çapında bir demiryolu seferberliği başlatırdım. İsteyen herkes, asgari ücretten gelip çalışsın. Hem onların işi olsun hem de ülkeyi “demir ağlarla” örelim. Mevcudu ıslah edelim önce. Trenlerimiz hızlansın. Ardından ver elini trenle Trabzon, ver elini Antalya, Muğla…

Ne güzel bir düş ama….

Aslında, nüfus artışı ile teknolojik gelişme arasındaki çelişkinin temel çözümü çalışma saatlerinin azaltılmasıdır. İki saatlik bir azaltmayla, yüzde 25’lik bir istihdam artışı sağlanıyor çünkü. İnsanlar da dinlenmek, kültürel ve bedensel gelişmelerinde kullanabilmek için iki büyük saat kazanıyor. Teknolojik gelişmeden insanlara düşen pay budur.

Sendikacı olsam bunu da düşünür ve salt çalışanların değil, çalışamayanların da savunucusu olmaya çalışırdım. İşi olanın ücretini arttırmak güzel de yetmiyor işte.

İşsizi ve hırsızı olmayacak günler dileğiyle…

Gazete Ege, 4 Kasım 1996

Originally posted 2015-11-02 10:53:44.