Skip to main content

Ekmek Kavgası

İstanbul’dan gelen haberlere bakılırsa; ekmek kavgası yeniİden başlayacak gibi. Bu nedenle, konuyu bir kez daha irdelemekte yarar olduğunu düşünüyorum:

1) Türkiye’de Fırıncılar Odası dışında, hiç bir kişi ve kuruluşun, ekmek fiyatı belirleme yetkisi bulunmamaktadır. Fırıncılar Odası bu yetkiyi 507 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanunu’ndan almaktadır. Yani, liberal ekonominin, “bırakın yap-sınlar, bırakınız geçsinler” mantığı gereğince hazırlanmış mevcut mevzuat, müdahaleci politikaların uygulanmasına elverişli değildir. Ekmek fiyatına müdahale edilecekse, mevzuatta, yeni düzenlemeler gerekir.

2) Mülki amirlerin ve belediye başkanlarının, ekmek fiyatı konusundaki tek yetkileri, Fırıncılar Odası tarifesine itirazdan ibarettir. Sanayi ve Ticaret İl Müdürlerinin başkanlığındaki üç kişilik bu komisyonun diğer üyeleri, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ile Ticaret Odası temsilcileridir. Birlik temsilcisinin, kendi onaylarıyla yürürlüğe konulabilen tarifeye yapılacak itirazı kabul etmesi, pek düşünülemeyeceğine göre, komisyon’dan itiraz lehine karar çıkarmanın güçlüğü anlaşılabilir. Kaldı ki; lehte karar çıksa bile, Birliğin buna itiraz hakkı vardır ve mahkemeye yapılan bu itiraz sonuçlanıncaya kadar, zamlı fiyat uygulanır. Daha açık bir deyişle, itiraz kurumunun, pratikte bir yararı yoktur.

Sanayi Ticaret İl Müdürü’nün yetkisi de ancak itiraz durumunda, Komisyon başkanlığı yapmaktan ibarettir. Dolayısıyla ekmek zamlarından, mülki amirleri, bürokratları veya belediye başkanlarını sorumlu tutmak, haksızlıktır.

3) Fiyat belirleme yetkisinin, sadece esnaf odasına verilmiş olması, günümüz gerçekleriyle çelişmektedir. Çünkü; fırıncıların önemli bir bölümü, esnaf olmaktan çıkmış, tüccar ve sanayici niteliği kazanmıştır. Bunların, fırıncılar odalarından tarife almak gibi bir hakları da, ödevleri de bulunmamaktadır. Böyle olunca da tarifelerin etkinliği ortadan kalkmaktadır.

Öte yandan, mal ve hizmet fiyatlarının tarifelerle belirlenmesi, serbest piyasa kurallarına ve dolayısıyla Gümrük Birliği koşullarına uymamaktadır. Kanatimizce, ekmek fiyatının tarife ile belirlenmesi, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun’un 4. maddesine de aykırıdır. İşte hem bu nedenlerle, hem de İzmir’de mevcut atıl kapasitesinin rekabet koşullarında ucuzluk getireceği kanısıyla, ilimizde, ekmek fiyatları serbest bırakılmıştır. İlgili tüm tarafların katılımıyla ve İzmir Fırıncılar Odası’nın, yasal hakkından gönüllü olarak vazgeçmesi sayesinde alınan bu karar, bir centilmen anlaşması netiliğinde olup, yasal yaptırımı yoktur. Bu anlaşmanın sürmesinin, İzmirli’nin hayrına olduğunu düşünmekteyim. Kuşkusuz, rekabeti bozucu girişimlerden kaçınmak koşuluyla…

4) Ekmek konusunda, fiyat kadar önemli bir diğer unsur gramajdır. Söz konusu toplantıda, fiyat serbest bırakılırken, gramajın, 250 gr. ve 500 gr. olarak sabit tutulması kararlaştırılmıştı. İlk bakışta serbest piyasada gramajın da rekabet mekanizması tarafından belirlenmesi gerektiği düşünülebilir. Ancak, gerek ekmekte ve gerekse, bakliyat, un, şeker gibi ambalajlanarak satılan mallarda standart dışı gramaj, tüketicinin kıyaslama olanağını zorlaştırarak, piyasanın şeffaflığını bozmaktadır. Dolayısıyla, gramajda standardizasyona gidilmesi, serbest piyasa ekonomisinin bir gereği olarak değerlendirilmelidir.

Sonuç: Ekmek ile ilgili mevzuat, müdaheleci politikalara elverişli değildir. Müdahale edilecekse, yeni yasal düzenlemelere gerek vardır. Ancak bu durumda da ekmeğin tüm girdilerinin fiyatlarının serbest olduğu düşünülerek, gerekli sübvansiyon mekanizmaları da geliştirilmelidir. Gramaj konusunda yapılacak işler ise, acilen, ekmek ile ilgili mecburi standartların, uygulamaya konulmasıdır.

Kişisel kanımız, 4054 sayılı Kanun’a işlerlik kazandırmak suretiyle, tam rekabet koşullarının yaratılması ve tüm fiyatların belirlenmesi işlevinin, serbest piyasaya bırakılmasıdır…

Gazete Ege, 20 Şubat 1997

Originally posted 2015-11-02 10:54:20.

Levanten Madam

Eski İzmir’i düşleyince, şimdi sayıları çok azalmış olan Yahudileri, Rumları ve Levanten’leri anımsamamak olmaz.

Pasaport İskelesi’nde, Yahudiler’in gemiler dolusu İsrail’e göç edişlerini seyretmiştim.

Arada bir kiliseleri, havraları taşladığımız, çok korkak oldukları yanlış inancıyla kendimizden iri Yahudi çocuklarına sataştığımız da olurdu, ama onları yine de severdik.

Sokaklarda Rumca şarkılar duyulur, Rum meyhanelerinde oniki çeşit meze ile rakı içilirdi…

Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi “Gavur İzmir”in süsüydüler.

Özlüyorum onları, özellikle çoktan ölmüş özel birini; Levanten Madam’ı!..

1964 yılında, Maliye Bakanlığı’nm görevlisi olarak İzmir’e turneye gelmiştim. Evim o zamanlar İstanbul’daydı.
Benden önce İzmir’e gelmiş daha kıdemli arkadaşlarımın önerisi ile Karşıyaka’da bir pansiyona yerleştim. Evinin bir odasını kendisi kullanıp diğerini pansiyon olarak kiralayan yaşlı bir Levanten Madam’m yanma…

Madam’m en büyük tutkusu bezik oynamaktı.

Bu yüzden bezik bilmeyeni evine kiracı almazdı. Kendimi tanıttığım sırada bana da ilk sorduğu, bezik oynamayı bilip bilmediğim olmuştu.

Her cumartesi öğleden sonra eve bezik oynamak için kimi Türk, kimi Levanten veya Rum, yaşlı kadınlar gelirdi. Madam’ın kiracısı, bu oyunlara katılmak zorundaydı. Madam’ın pişirdiği nefis boğaçaları, kekleri yiyerek o yaşlı kadınlarla saatlerce bezik oynardım.

Eve erken geldiğim akşamlar Madam, elinde kağıtlar-marközler, hemen karşıma dikilirdi.

Eğer üç-dört gün oynamamışsak, gece açık hava sinemasından döndüğünde, bezik oynamak için beni uyandırdığı bile olurdu…
Yazlık sinemaya bazen birlikte giderdik.

Yolda haşlanmış mısır alır, sinemada gazoz içerdik.

Sabahları bana kahvaltı hazırlardı. Gevreği enine keser, üstüne tereyağ sürdükten sonra, kendi yaptığı kuru üzüm reçellerini tek tek ve büyük özenler sıralardı.

Evden çıkarken bıraktığım kirli çamaşırlarımı akşamları yıkanmış ve ütülenmiş olarak yatağımın üstünde bulurdum.
Değişik zamanlarda üç kez Madam’m kiracısı oldum.

Adını hiç sormadım. Sadece Madam derdim…

Daha sonra öldüğünü duydum. Çok üzüldüm…

Ama İzmir’in Levantenlerini ve de özellikle Madam’ı hiç unutamadım.

Cumhuriyet, 23 Aralık 1989;
Gazete Ege, 23 Haziran 1997

Originally posted 2015-11-02 10:54:22.

Plan – Pilav ve Piyasa Ekonomisi

Serbest piyasa ekonomisinin karşıtı, planlı ekonomidir, başka şey değil… Piyasaya; devletin tekellerinin veya bir başka merkezi otoritenin makro plana dayanmayan müdahaleleri durumunda, herhangi bir sistemden söz edilemez çünkü. Ortaya çıkacak olan, sistemsizlik ve hatta ekonomik anarşidir.

Yani ya arz-talep mekanizması ya da makro bir plan. Ben, bir üçüncü yol bilmiyorum…

1960’lara doğru Türkiye’de plan mı yoksa pilav mı tartışmaları vardı. Sanki, çelişen şeylermiş gibi. Oysa ki, plan isteyenlerin amacı zaten, daha çok daha bol pilavdı…

Ve ekonominin yarısından fazlası, devlet denetiminde olan,
o zamanki Türkiye’de makro plan yanlısı olmak, doğru ve doğaldı. Seçim; kişilerin politik tercihleri ile bilimsellik arasındaydı. Yoksa, serbest piyasa ile devletçilik arasında değil.

Pragmatik Devletçilik

Zaten, bizim devletçiliğimiz de zorunluluktan kaynaklanan, ideolojik değil, pragmatik bir devletçilikti ve amacı, sınıfsız bir toplum yaratmak değil, milli bir burjuva sınıfı yaratmaktı…

Günümüz dünyasında planlı ekonomiler, geçmişte büyük işler başarmış da olsalar, geçerliliklerini yitirmiş gibi. Dev boyutlara ulaşan ekonomiyi artık, emredici bir makro planla, merkezden yönetmek olanaksız. Özellikle, globalleşme denilen olgu karşısında, yani sermayenin artık ne milliyeti ne de milli pazarı kalmamışken, devletçilik ve planlı ekonomi nasıl savunulabilir, ben bilmiyorum.

Mümkün müdür, tüm dünya ekonomisini tek bir merkezden planlamak?

Bu gelişme, insanlığın hayrına diye düşünüyorum, çünkü demokrasinin hayrına.

Vahşi Kapitalizm

Çünkü planlı ekonomi, otoriter-totaliter siyasal sistemlerin ekonomik sistemidir. Serbest piyasa ekonomisi ise, demokrasinin ekonomik sistemi. Yanlış anlaşılmasın, vahşi kapitalizmden söz etmiyorum, o da faşizmin ekonomisidir…

Türk devletçiliği de işlevini tamamlamış görünüyor. Yeterli sermaye birikimi sağlandı, bırakınız milli burjuvayı, uluslararası girişimcilerimiz ortaya çıktı. Çok uluslu şirketlerle bütünleşme, hızla sürüyor.

Artık gündemde, devletçilik ve makro plan tartışmaları değil, rekabetin korunması, tüketicinin korunması, doğanın korunması var. Bunlar korunsun ki serbest piyasa ekonomisi yerine, vahşi kapitalizm gelmesin.

Liberal ekonomi; demokrasinin ekonomik sistemi. Anayasamızın öngördüğü, “sosyal hukuk devleti” için, devletin, nerelere nasıl ve ne miktarda girmesi gerektiğini tartışmak ise, liberal ekonomiyi bozmaz elbette. Aksine, demokrasiyi güçlendirir.

Tarıma Makro Plan

Bir de plan kavramını, planlama kavramını, tümüyle silip atmayalım. Liberal ekonomide bile onların da yeri var. Emredici değil, yol gösterici ve özendirici olmak koşuluyla liberal ekonominin de plana gereksinimi var. Emredici değil yol gösterici özendirici bir makro plana en çok tarımımızın gereksinimi var.

Hangi ürünün, nerede, ne zaman, ne miktarda ve nasıl üretilmesi gerektiğini bilmek için, desteklemeyi, politik tercihlere değil, bilimsel temellere dayandırmak için var. Türkiye, daha çok buğday daha çok et ve süt istiyor…

Gazete Ege, 16 Aralık 1996

Originally posted 2015-11-02 10:54:14.